Endülüs Hakikatini Ziya Paşa’nın Tasavvuruyla Okumak

Ziya Paşa, ön söz niteliğinde olan ilk sayfalarda Endülüs gibi bir medeniyetten kalan özellikle ilmî eserlerin çoğunun taassup sahibi Hristiyanlar tarafından mahvedildiğini, geriye kalanlardan da Osmanlı Devleti’nin bölgeye uzaklığı sebebiyle çok da faydalanılamadığı, bölgenin sahip olduğu, ulaştığı medeniyet zirvelerinin doğuda bir efsane olarak anlatıldığını, daha sonra gündemin dışına atılarak bir müddet sonra da unutulmuş olduğunu vurgulamaktadır.

Zehra GÖZÜTOK TAMDOĞAN

Doç. Dr., Tekirdağ Namık Kemal Üni. İlahiyat Fak.

“Ger Endülüs olmasa Ziyadâr,

Kim Avrupa’yı ederdi bîdâr.”

Ziya Paşa

Endülüs medeniyeti Müslümanların Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına geçtiği fetihlerle birlikte 711 yılı itibariyle bugünkü İspanya topraklarında sekiz asır hüküm sürmüş; bir arada yaşama sanatını dünya tarihine geçecek şekilde yaşatmış; şehirleri sayısız kitap barındıran kütüphanelerle, medrese, cami, hastane ve hamamlarda donatmış İslâm düşünce yapısının bir tasavvurudur. Fethinden Hristiyan reconquista hareketiyle adeta parçalanarak ortadan kaldırılmaya çalışıldığı 1492 yılına kadar İslâm dünyasına ilmî, siyasî, mimarî, ticarî birçok alanda katkı sunmuş, etkilemiş, etkilenmiştir. Hristiyanlar bu tarih itibariyle Müslümanlara bu şehirlerde yaşayabileceklerinin garantisini verirken çok geçmeden hakikî düşüncelerini uygulamaya geçirmişler; onlara ya Hristiyanlaşarak bu topraklarda kalabileceklerini yahut terk etmeleri gerektiğini belirtmişler; kalanlara da gitmek üzere olanlara da adeta soykırımı yaşatmışlardır. Aslında Müslümanların 732 yılında Fransa topraklarına girişte yaşadıkları Puvatya/Belâtüşşühedâ yenilgisi üzerine derhal bir araya gelip, sevinç sarhoşluğuna girmeden, Müslümanları bu topraklardan çıkarma hayallerini kurmaya ve Haçlı zihniyetini hayatlarına geçirmeye başlamışlar, Endülüs’te de bunun bir parçasını uygulamışlardır.

Endülüs halkı bu topraklardan ayrıldıktan sonra Mağrib ve İfrîkıye başta olmak üzere Osmanlı topraklarına yerleşmişlerdir. Mağrib topraklarını ilmî ve mimarî alanlarda oldukça etkilemişler, kabiliyetlerini tezahür ettirme imkânı bulmuşlardır.

Osmanlı coğrafyasında Endülüs’le ilişkilere ve hakkında yapılan çalışmalara baktığımızda Anadolu’nun Endülüs kültür ve medeniyetiyle bağları Endülüslü mutasavvıf Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile başlamıştır diyebiliriz. Fatih Sultan Mehmet döneminde ise Osmanlı uleması Endülüslü filozof İbn Rüşd’ün eserlerine şerhler ve haşiyeler yazmışlardır. Endülüslü şairlerden ve Arap edebiyatı içerisinde onların yazdıklarından da haberdar olmuşlardır. Osmanlı’nın zayıflama döneminde ise yine Endülüs topraklarıyla bağı olan İbn Haldun’un eserleri ve özellikle çöküşü hazırlayan sebepler üzerinde durduğu Mukaddime’den alıntılar, tercümeler yapılmıştır. 16. yüzyıla ait olduğu ifade edilen Kerb Gâzî Destanı’nda ise olayların bir kısmı Endülüs’te geçmektedir. 1787 yılında Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti’nin elçisi olarak İspanya’ya gönderilen Vasıf Efendi dönüşünde İspanya Sefaretnamesi adlı eserini kaleme almış; eserinde orada gördüğü İslâm medeniyetine ait eserleri, Endülüs tarihine ait bilgileri aktarmıştır.

Daha sonraki yıllarda ise Ziya Paşa zamanına kadar herhangi bir çalışma gözümüze çarpmamaktadır. Ziya Paşa dönemin edebiyat ve tarih sahalarında neredeyse hiç konuşulmayan Endülüs medeniyeti hakkında tercüme yoluyla bazı eserler kaleme almış; o topraklara dair şiirler nazmetmiştir. Özet bir tercüme sayılabilecek olan Engizisyon Tarihi yanı sıra tercüme ve derleme bir eser olan Endülüs Tarihi bu minvalde dikkate değerdir. Ziya Paşa vesilesiyle düşünce dünyamızda tekrar konuşulan Endülüs, Namık Kemal, Muallim Naci, Şemseddin Sâmî, Recâizâde, Abdülhak Hamid’in de ilgi alanına girmiştir. Gırnata Benî Ahmer Devleti’nin ulaştığı düşünce ve medeniyet boyutu, Hristiyanların reconquista hareketi sebebiyle yaşadığı zulümler dile getirilmiştir. Bunlara örnek olarak Şemseddin Sami’nin Endülüs temasını işlediği “Seydi Yahyâ”, “Mezâlim-i Endülüs” piyesleri; Muallim Naci’nin Gırnata Benî Ahmer Devleti’nin çöküş günlerinde kahramanlık kazanmış Mûsâ b. Ebi’l-Gâzân’ın savaşlarını ve şehadetini anlattığı manzum destan özelliği taşıyan denemesi; Recâizâde’nin Endülüs’ün son dönemlerinde yaşadığı maddî manevî olaylarla Osmanlı’nın yaşadığı olaylar arasında benzerlik gördüğünü dolayısıyla bu günlerde birlik ve beraberliğin bu toprakların istikbali için çok kıymetli olduğunu vurguladığı yazıları sayılabilir.

 Gerçi sonraki yıllarda özellikle 1980’lere hatta 90’lara kadar tekrar Endülüs konusu ülkemizde çok da konu edinilmemiş gözükmektedir. Sigrid Hunke’a ait olan ve 1970 yılında Türkçe’ye tercüme edilen Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi ve diğer birkaç tercüme, 1986 yılında hazırlanan Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi’nin Endülüs’e ayrılan ciltleri dışında konuya tekrar ilginin 90’lar ve 2000’li yıllar olduğunu, tercümeler, romanlar, akademik çalışmalar, bölgeye özel seyahatler yapıldığını ifade etmek gerekir.

Son dönem Osmanlı ulemasını ilgisi ve bilgisi ile Endülüs’e yönlendiren Ziya Paşa (ö. 1880) yani asıl adı ile Abdülhamid Ziyaüddin’in yazdığı bir Na’t-ı Nebeviyye ile şiire adım attığı ifade edilmekte, daha sonra nazireler, kaside ve gazeller, hicivler ve tarih düşmeler ile yoluna devam ettiği belirtilmektedir. Allah inancı, peygamberler, halifeler gibi konuların yanı sıra halkın sosyo-kültürel hayatı, ahlâkî yapısı ve bu konularda yaşanan değişimler, resmî işleri ile ilgili meseleler, devlete ait çeşitli siyasî mevzular Ziya Paşa’nın hemen tüm eserlerinin içerisinde mevcuttur. Mabeyn-i Hümâyun beşinci kâtiplik görevini yerine getirirken Mâbeyn Feriki Edhem Paşa, kendisini Fransızca öğrenmeye teşvik etmiştir.

Fransızca öğrendikten sonra Edhem Paşa tarafından tercüme edilmeye başlanılan Endülüs Tarihi’ni onun teşvikiyle tamamlamıştır. Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi olarak tanınan eser, Fransız yazar Louis Viardot (ö. 1883) tarafından hazırlanan Histoire des Arabes et des Mores d’Espagne (İspanya’daki Araplar ve Kuzey Afrikalı Hânedânlar Tarihi) adlı eserden büyük bir kısmı tercüme edilerek, bir kısmı diğer kaynaklardan derleme yapılarak dört cilt şeklinde oluşturulmuştur.

Ziya Paşa, giriş kısmında Endülüs tarihinin lüzûm ve faydası üzerinde durmakta, böyle bir medeniyet hakkında yeterince bilgiye sahip olunmamasını büyük bir eksiklik olarak gördüğünü ifade etmektedir. İlk üç ciltte, İslâmî fetihlerin başlaması, Endülüs’te kurulan İslâm devletlerinin tarihi seyri, Müslümanların oradaki Hristiyan devletlerle olan ilişkileri, daha çok dönemin melikinin ismi başlığı altında anlatılmış ve devletin sona ermesine kadar geçen süreç böylece tamamlanmıştır. Dördüncü cilt ise Endülüs ilim ve medeniyetine ayrılmıştır. İslâm medeniyetinin bu yönleri ile Batı medeniyetini kıyasa da tabi tutan Ziya Paşa, Batı medeniyetinin bu medeniyetten etkilendiğini belirtmiştir. Adeta dönemin Batılılaşma düşüncesi içerisinde yer alan ve kendisine taraftar toplayan İslâm’ın terakkiye engel olduğu vehmine karşı duruş sergilemiştir. Girişte geçen sözünde bu düşüncesini mealen “Eğer Endülüs medeniyetinin ziyası/ışığı olmasaydı, Avrupa’yı karanlıktaki uykusundan kim uyandırırdı” şeklinde vermiştir.

Ziya Paşa, ön söz niteliğinde olan ilk sayfalarda Endülüs gibi bir medeniyetten kalan özellikle ilmî eserlerin çoğunun taassup sahibi Hristiyanlar tarafından mahvedildiğini, geriye kalanlardan da Osmanlı Devleti’nin bölgeye uzaklığı sebebiyle çok da faydalanılamadığı, bölgenin sahip olduğu, ulaştığı medeniyet zirvelerinin doğuda bir efsane olarak anlatıldığını, daha sonra gündemin dışına atılarak bir müddet sonra da unutulmuş olduğunu vurgulamaktadır. O, bu amaçla gerek Endülüs’ten kalan tarihler gerekse birçoğuna rağmen tarafsız kalabilen Avrupalı tarihçilerin yazdıklarından hareketle bu medeniyetin tekrar aydınlatılması gerektiğine inanmakta, kendi adını ve Endülüs konulu bu eserini de bâkileştirmek istemektedir. Kendisinden sonra geleceklerin de eksiklerini tamamlamasını teşvik etmektedir.

Eseri akademik değeri açısından değerlendirmeye tâbi tutan bazı isimler, eserin tarih bilincinden uzak kişilerce yazılmış kitapların bir tercümesi olduğunu ifade etmektedirler. Eser, aidiyeti ile de ilgili bazı tartışmalar dolayısıyla akademik olarak iyice tahkik edilmeden kullanılmamalıdır. Fakat bizim burada üzerinde durduğumuz husus Ziya Paşa’nın bu adımıyla birlikte Endülüs hakikatinin topraklarımızda tekrar konuşulmaya, üzerinde çeşitli eserler yazılmaya başlamış olmasıdır.

Tüm bu düşünce ve duygularla Ziya Paşa, olayları anlatırken kendi düşünce ve değerlendirmelerini ifade etmekten, diğer Batılı tarihçilere göre daha vicdanlı olduğunu söylese de Viardot’nun da taassup sonucu yazdığını düşündüğü hususlarda ek açıklamalar ve uyarılar yazmaktan kaçınmaz. Ziya Paşa, Hristiyan tarihçilerin yazdıkları şeylerde hep din taassubu bulunduğunu, bir söylentiye bile dayansa kendilerinin lehinde Müslümanların ise aleyhinde olan şeyleri ayrıntılarıyla verdiklerini şikâyet etmekte; bu yüzden bu tarihçilerin eserlerinin dikkatli tedkîk edilmesi uyarısında bulunmaktadır.

Yine o, anlattığı olayın önceki olaylarla bağlantısını kurmuş, neticelerini değerlendirerek okuyucunun zihnini devamlı canlı tutmak istemiştir. Ziya Paşa, hemen her başlık altında, konu ve durumla ilgili olarak en az birkaç beyit, mısra, kıtʻa ya da rübâʻi vererek, târih temâlı eseri ayrıca bir şiir antolojisi haline getirmiştir diyebiliriz. Fakat yazdığı bu şiirlerin, beytlerin kendisi dışındakilerin kime ait olduğunu belirtmemiştir. Birçok olay üzerine deyim ve atasözleri de kullanmıştır. Mesela Tuleytula episkoposunun Gırnata’da 5000’den fazla Kur’ânˈı Kerim’i ateşe atmış olmasını anlattıktan sonra “elleri dert görsün/ felç olsun” anlamına gelen شلّت يداه (Şellet yedâhu)” şeklindeki ifadeyi kullanmıştır.

Ziya Paşa, Endülüs sultanlarını ve onların dönemlerinde yaşanmış çeşitli olayları anlatırken verdiği ve kendisinin olduğunu düşündüğümüz bazı olaylar ve beyitleri aşağıda yer almaktadır.

Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman (912-961), sık sık isyan eden, yirmi yıldır çeşitli mücadelelere sahne olan ve önemli bir şehir olan Tuleytula (Toledo)’yı kesin olarak almak üzere ordu hazırlayıp harekete geçmiştir. Devlet adamlarıyla istişareye önem veren sultanın bu zaferi üzerine Ziya Paşa:

Padişahî kû revâ dâred sitem ber zîr-i dest

Dostderâş rûz-i sahtı düşman-i zûr-âverast

Bâ raiyyet sulh kün ve ze cenk hasm îmen nişin

Ze an ki şâhinşâh-i âdilra raiyyet leşkerest

Padişahın işlerinde zulüm varsa

Yakın dostu zor bir günde güçlü bir düşman olur

Tebaanla barış yap ki düşmanının saldırısından korunasın

İşte o an âdil padişahın tebaası ona asker olur

Endülüs şehirlerinde isyan eden bazı yerlerde Hristiyanlardan yardım isteyip, onlarla ittifak kuran yöneticiler dolayısıyla halk, bir süre sonra bunu fırsat bilen Hristiyan yöneticilerin zulmüne uğramaya hatta göç etmeye başlamışlardır. Haber Sultan/Halife III. Abdurrahman’a ulaşınca cihat ilan edilmiş, asker toplanmış ve harekete geçilmiştir:

Gazanfer-cûş ü âhen-pûş ü gerdûn-gûş-i leşker-i keş

Mesâf-efer rûz ü feth-endûz ü a’dâ-sûz ü cengâver

Ordusunda aslan kükreyişli, demir zırhlı iyi duyan güzel asker

Saf saf olmuş, fetheden, düşman yakan cengâver

Sultan III. Abdurrahman döneminin güzide bir asır olduğunu, halkın refah içinde yaşadığını anlatan Ziya Paşa, o günleri sultanın diliyle şöyle tasvîr etmiştir:

el-yevme encezeti’l-âmâlü mâle ve’adtü

Ve edrake’l-mecdü aksâ mâ temennâhu

el-yevme raddet ale’d-dünya beşâşetihâ

Ve ardi’l-mülki ve’l-İslâmi vallâhi

Bugün söz verdiğim emellerime kavuştuğum gündür

Bugün temenni ettiğim izzet zirvesine ulaştım

Bugün dünya güleryüzüyle bana karşılık verdi

Allah’a andolsun ki hükmettiğim yerler de İslâm da..

Endülüs topraklarında Emevî hâkimiyeti sonrasında oluşan Tavâif-i Mülûk dönemi ve bölgenin parçalanması sonrasında Kastilya-Leon Krallığı’nın Endülüs’e yeniden sahip olma düşüncesi ortaya çıkmış; Endülüs’ün o dönem ki en önemli şehri diyebileceğimiz Tuleytula’yı işgalleri üzerine bölgenin Müslüman emirleri Mağrib’deki Murabıt Sultanı Yüsuf b. Taşfin’den destek istemişlerdir. O da ordusuyla Endülüs’e geçmiş, Zellaka’da 1086 yılında kazandığı zaferle Hristiyan harekâtına darbe vurmuştur. Bu durumu Murâbıt sultanı için şunları ifade etmiştir:

Kadir be hükm ber hemekes âsuman sıfat

Fâiz be cûd ber hemekes âfitab-vâr

Verdiği hükümle gökyüzü gibi herkese karşı yüce gönüllüdür.

Ve yine keremiyle herkese güneş gibi üstün gelir.

Endülüs’te şehirlerin yönetimini üstlenen emirler birbirleriyle giriştikleri mücadelelerde kimi zaman Müslümanları bırakarak Hristiyan krallarla iş birliği yapmışlar ve hemen her seferinde onların ittifakları bozmasıyla birlikte hüsrana uğramışlardır. Ziya Paşa bunu açıkca ifade etmekte ve her seferinde aynı hatanın yapılmasına anlam verememektedir. Bunlardan birisi de Sarakusta emiri İmadüddevle b. Ebu Cafer’in, Aragon Kralı I. Alfonso ile anlaşması ve dolayısıyla Müslümanlara ihaneti olmuştur. Ziya Paşa’nın bu durum karşısında şöyle ifade kullanmıştır:

Merâ ez pençe-i gorgem rubûdî

Çu dîdem âkıbet gorgem to bûdî

Seni kurdun pençesinden kurtardın

Oysa sonunda gördüm ki asıl kurt sensin

Kaştale Kralı Ferdinando 633/1236 yılında Kurtuba şehrini işgal edip ele geçirince askerlerine şehrin yağmalanması iznini verince Medinetüzzehra, Mervan Sarayı, içlerindeki sayısız nadir kitaplar, bütün kütüphaneler kendilerinden hiçbir iz kalmayacak şekilde bütün kütüphaneler tahrip edilmiştir. I. Abdurrahman’ın inşa ettirdiği Cami-i Kebir ise kiliseye çevrilerek bırakılmıştır:

Edhat bikâu’l-hayri ka’an safsafan

Ve gadedü medârisi eserihâ medrûsen

Hayırlı, iyi yerler sırayla boşaltıldı

Medreselerin izleri tamamen yok edildi

Gırnata Benî Ahmer Devleti’nin yıkılışı anlatıldıktan sonra Ziya Paşa, Louis Viardot’nun Endülüs medeniyeti ile ilgili olarak sahip olduğu vicdanî ifadelerine de yer vermekte ve şöyle ifade etmektedir:

“Müerrih Viyardo der ki: Bu vecihle bir fırka evlâd-ı Arap’ın arz-ı Hicaz’dan kalkıp hiç bilmedikleri ve görmedikleri yerler iken kâh şefere-i tîğ ve sinân ve kâh uzûbet-i lisan ile iki sene zarfında feth ve teshîr eyledikleri mahalleri, İspanyollar bunca meâib ve meşak ile sekiz yüz senede istirdâd edebildiler ve bununla beraber onların yüzünden görülen fevâid-i medeniye ve hasenât-ı insâniyenin teşekkürünü ve böyle bir kavm-i celîl hakkında kendilerinin muahharan ettikleri barbarlıkların dehşetini hâlâ Avrupa halkının kalplerinden ihraç edemediler.”

            Viardot’nun tarihî itirafları temelinde Ziya Paşa, uzun süredir gündemde yer almayan Endülüs konusunu yaşadığı dönemde tekrar bahis konusu etmiş; birçok yazarı da etkilemiştir. Eserini büyük çoğunluğu itibariyle tercüme ettiği Viardot’nun ise diğer Batılı yazarlara göre hakikate karşı daha duyarlı olduğunu vurgulamıştır.

Abdulsattar Elhajhaled. “1875 Yılına Kadar Türk Edebiyatında Endülüs”. Mukaddime. 9/1 (2018), 101-110.

Beşir Ayvazoğlu. “Edebiyatımızda Endülüs”. Endülüs’ten İspanya’ya. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1996.

İsmail Hikmet. Ziya Paşa, Hayatı ve Eserleri. İstanbul: Kanaat Kütüphanesi, 1932.

Kenan Akyüz. “Ziya Paşa’nın Biyografisine Ait Yeni Belgeler”. Türk Dili. X, 547 (1956).

Önder Göçgün, Ziya Paşa, 1. bs., İzmir: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.:815, 1987, s. 4-5.

Zehra Gözütok. Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2008.

Ziya Paşa. Endülüs Tarihi. nşr. Kirkor. 2. Baskı. 1-4, Dersaâdet: Karabet ve Kasbar Matbaası, 1-3, 1304/1886, 4, 1305/1887.