İslamcılar tabirinin kimleri kapsayıp kimleri dışarıda bıraktığı günümüzde de tartışılmaktadır. Bu tartışmanın bir yönü öncelikli olarak İslamcılık tabiri üzerinde olsa da diğer yönü bu kavramın kapsamıyla alakalıdır. Kimilerine göre bu tabir birçok farklı, hatta zıt, eğilimi içine alan geniş bir anlam yelpazesine sahip olduğundan, farklı tarif ve tahsis edilmediğinde, bu genişlikte anlaşılmalıdır.
Mülayim Sadık Kul

İslam coğrafyalarında Müslüman kalarak Batılılaşma ve Muasırlaşma formülü maalesef tutmamıştır. Ne kendi kalabilen ne de Batılı olabilen iki arada bir derede olma diyebileceğimiz ikircikli ruh hali buhranlara çözüm olma yerine beraberinde yeni sıkıntılar getirmiştir. Osmanlı’da medrese ve mektep tartışması bağlamında değindiğimiz bu konu Modernleşme başlığı altında ciddi bir literatürün oluşmasına vesile olmuştur.[1] Kimilerinin konu, kimilerinin dönem ve şahıs merkezli çalıştıkları bu mesele bugünkü problemlerin anlaşılmasında da anahtar bir role sahiptir.[2]
Said Halim Paşa yaşadığı dönemdeki ümmetin ikircikli ruh halini şöyle özetler: “İçinde nevmîdâne (ümitsizce) çırpınıp durduğumuz şu buhrân-ı elîmin (elemli buhranın) sebeb-i yegânesi (tek sebebi), medeniyet-i Garbiye’ye (Batı medeniyetine) bilâ kayd u şart (kayıtsız şartsız) sülûk (tabi olmak) ve kendi medeniyetimizi tanımamak isteyişimizdir.”[3] Bunun çaresi de kendi medeniyetimizi yeniden keşfederek Batı gelişmişliğinin, bilgi ve tekniğinin bu medeniyet anlayışı süzgecinden geçirilerek kendi medeniyetimize mal edilmesidir.[4] Said Halim Paşa, Batı birikiminin kendi manevi değerlerimizden vazgeçilmeksizin bilinçli/seçici adaptasyonu taraftarıdır.[5]
Osmanlı yönetiminde söz sahibi olan erkler genellikle ilmiyye, kalemiyye ve seyfiyye olmak üzere üçe ayrılır. Osmanlı’da askerî, siyasî ve iktisadî düzenin bozulmaya başlamasıyla birlikte bu başarısızlığın veya gerilemenin (inhitatın) sebebi de sorgulanmaya başladı. Bu konuda hazırlanan raporlar tarih kitaplarımızda mevcuttur. Şerif Mardin inhitat konusunda bu erkler arasında fikir farklılığı olduğunu tespit eder. Ulema bunu dinî hassasiyetlerin her alanda ihmaline bağlarken kalemiyyenin meseleye bakışı daha çok siyasî ve sosyal alanla alakalı eksikler noktasındadır. Kalemiyye’ye göre, İmparatorluk, devlet mekanizması bozulduğu için gerilediğinden reform ve ıslah hareketinin amacı devlet aparatlarını güçlendirmek olmalıydı. Mardin’e göre bu tartışmadan kalemiyye galip çıkınca, ulema idare, adalet ve eğitim sisteminde marjinalleştirildi.[6] Kimilerine göre de Osmanlı’yı kuran iradenin en önemli dayanağı olan ulemanın devre dışı bırakılması aslında sonun başlangıcı anlamına gelmekteydi.
Berkes, Tanzimat’la birlikte daha sistematik bir şekilde modernleşmeye çalışan Osmanlı’nın yaptığı temel değişikliğin mutlakiyetten meşrutiyete geçiş yolunda merkeziyetçi bir yapının oluşturulması tespitini yapar. Böylece idarenin/iktidarın saraydan Babıâli’ye, padişahtan bürokrasiye transfer edildiğini söyler.[7]
Ahmet Hamdi Tanpınar, Müslümanların maruz kaldıkları medeniyet buhranını Mahur Beste’de Behçet Bey üzerinden müşahhaslaştırırken Huzur’un kahramanı Mümtaz Bey de benzer ikircikli bir ruh halinden bahseder.[8] Behçet Bey Mahur Beste’de bu krizi şu sözlerle dillendirilir: “Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevî kıymetler manzumesidir… Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur.”[9]
İnsandaki kalbin yerini/vazifesini medeniyette insan yüklenmektedir. İnsan bozulduğunda medeniyette iflas etmektedir. İnsanın bozulması ise medeniyetin inşası ve muhafazası için gerekli olan fikrî ve manevî dinamiklerin iflası demektir. Kalın’a göre bunun sebebi insanda bu değerleri oluşturan kalb-i selîm, akl-i selîm ve zevk-i selîm ahenginin kaybolarak yerini kaosa bırakmasıdır.[10]
Buraya kadar son iki yüzyıldır tartışılan ve henüz ufukta tam bir çözümün söz konusu olmadığı bir meseleye işaret ettik. Osmanlı’nın son dönemlerinde, mektep-medrese gibi eğitim müesseseleri yanında, geri kalmışlık problemi hakkında fikir beyan eden Müslüman düşünür ve âlimler İslamcılar kavramıyla ifade edilmektedir. Yeri gelmişken bu kavramla içeriği hakkında da bazı tespit ve mülahazalarda bulunmaya çalışalım.
İslamcılar
İslamcılar[11] diye tarif edilen münevver ve âlimler, içlerinde daha muhafazakâr gelenekçi bir çizgiyi temsil edenler olsa da, bu manada daha çok tecdit ve ıslahat düşüncesine sahip olduklarından, medreseler konusunda ıslahattan yana bir tavır takınmışlardır. Bunlar, önceleri Abdülhamit karşıtlığı paydasında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni desteklemişlerse de bu partinin iktidarı ele geçirdikten sonra uyguladığı istibdat yönetimi ve sergilediği gayri islami yaklaşımlar sonrası muhalif bir tavır geliştirmişlerdir. 182 sayıdan sonra Sebilürreşâd[12] adını alan Sırât-ı Mustakîm dergisi, etrafında toplanan ve İslamcı denilen bu âlim ve entelektüellerin, Batı tarzı eğitimi, sekülerizmi din karşıtlığı yaparak savunanlara karşı ortak paydasının İslam rasyonalitesi olduğu söylenebilir. Yüz seksen üçüncü sayıda yayımlanan yeniden çıkış yazısında derginin İslam âleminin uyanması ve yükselmesi için elinden geleni yapmayı en mukaddes görev kabul ettiği belirtilmiştir.[13]
Bu dergilerin ele aldığı konulara baktığımızda aynı meselelerin hâlâ güncelliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Bu sadece İslam coğrafyalarında değil Avrupa’da yaşayan entelektüeller için de geçerlidir. Dergide üzerinde en çok durulan konular arasında, “İslam dünyası niçin geriledi, Müslümanlar nasıl kalkınabilir, İslam terakkiye mani midir, Müslümanları birleştirmek için ne yapılabilir, ilimle İslam arasında çatışma var mıdır, İslam toplumunun ilerlemesi için gerekli usul ve esaslar nelerdir, kadın hakları, din-dünya, din-devlet ilişkisi ve bunlar etrafındaki problemler nasıl çözülebilir, İslamiyet’le Batı medeniyeti birleştirilebilir mi, içtihat gerekli mi değil mi?” gibi başlıklar sayılabilir.[14] Demek ki, yaklaşık bir asır önce Müslümanların yüzleşmek zorunda kaldığı sorunlar hâlâ çözüm beklemektedir. Zengin bir yazar kadrosuna sahip bu dergi etrafında toplanmış tüm güzel insanların ruhu şad olsun.[15]
Bu konuda İsmail Kara’nın İslamcılar hakkında yaptığı neşriyat başta olmak üzere Hayrettin Karaman Hocam’ın İslami Hareket Öncüleri adıyla yayınladığı beş ciltlik eser, müracaat edilebilecek, güvenilir kaynaklardandır.[16]
İslamcılar tabirinin kimleri kapsayıp kimleri dışarıda bıraktığı günümüzde de tartışılmaktadır. Bu tartışmanın bir yönü öncelikli olarak İslamcılık tabiri üzerinde olsa da diğer yönü bu kavramın kapsamıyla alakalıdır. Kimilerine göre bu tabir birçok farklı, hatta zıt, eğilimi içine alan geniş bir anlam yelpazesine sahip olduğundan, farklı tarif ve tahsis edilmediğinde, bu genişlikte anlaşılmalıdır.
Bir zamanlar İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, Abdülhamit Han’a karşı olma paydasında destekleyen, birçok âlimle düşünürün zamanla bu cemiyetin karşısına geçtiğini söylemiştik. Sebep: Adaletle siyaset noktasında müstebit olma yanında İslam hususunda aşırı reformist, hatta din düşmanı tutumlar. Malum, aynı dönemde bazı din âlimleri her şeye rağmen İttihat ve Terakki iktidarının istediği görevleri yerine getirmekte tereddüt etmeksizin bu cemiyeti desteklemeye devam etmiştir. Bu sebeple, İslamcılar kavramını tüm farklı grupları içine alacak şekilde düşündüğümüzde İslamcılığı sadece pozitif bir gelişme olarak görme imkânı kalmaz.
İslamcı denilen taifeden bazılarının kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin gayri İslami politikalarını da desteklemiş olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir detaydır. Bu destek, ibadetlerin Türkçe yapılmasından tutun da camilere kilisevari oturma sıraları konulmasına kadar sürmüştür. Bu konuda İsmail Hakkı İzmirli ve bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı görevini de deruhte etmiş Şerafettin Yaltkaya’nın Kur’ân’ın tercümesi ile namaz kılmaya fetva vermeleri örnek gösterilebilir.[17]
Mustafa Âsım Köksal Hocaefendi’nin Şerafettin Yaltkaya’dan naklettiğine göre kendisi bir zamanlar Dolmabahçe Sarayı’nda İzmirli İsmail Hakkı ve Yaltkaya’nın medreseden hocaları Arapgirli Hüseyin Avni Bey gibi birçok âlimin davet edildiği bir toplantıya katılır. Bu toplantıda İsmail Hakkı Baltacıoğlu, kürsüye çıkıp şunları söyler: “Efendiler! Bizden dinî bir reform yapmamız isteniyor. Meselâ camilere sıralar koyalım, içeriye ayakkabıyla girilsin. Sıraların üzerinde Kur’ân tercümeleri bulunsun, halk ibadet edeceği zaman onları okusun. Namazı da hafifleştirelim. Mesela yalnız kıyamda duranın namazı tamam olmuş olsun. Yok eğer kıraat da edeyim derse, o da olur. Bununla yetinmeyip (Ben rükû ve secde de yapmak istiyorum) derse, o da kabul olunsun. Ama namazın yalnız bir rüknünü yapmak isteyenlerin namazı kabul edilsin!”[18]
Dolayısıyla İslamcıların, dönemin dertlerine çare aramak gibi bir meselesi olsa da bakış açıları, aşağılık kompleksleri, devleti ele geçirme hayalleri, dini ideolojileştirmeleri, bu ideoloji uğruna pek çok ahlakî ve dinî sevabiteden vazgeçebilecek noktada olmaları sebebiyle pek çok açıdan problemli bir gelişme olduğu unutulmamalıdır.[19]
Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın din anlayışı ve fikir dünyası üzerine doktora çalışması yapan Fahri Özteke’de bu kapsamlı çalışmasına yazdığı giriş yazısında Yaltkaya gibi İslamcıların içine düştüğü ikircikli durumu şu ifadelerle dile getirmektedir: “Açıkçası Yaltkaya, Türkçe ibadete dair laikliğin belirlediği çerçeve ile dini sadakat arasında sıkışıp kalmıştı.”[20]
İslamcılığı daha pozitif ve makul bir kavram olarak algılayanlar olduğu gibi, burada saydığımız sebeplerle, reddedenler de vardır. Bu çelişkiden kurtulmak isteyenler, ki bunlardan biri de Hayrettin Karaman Hocam’dır, bu kavramla ilgili kendi tarifini yaparak bu kavramı kullandığında dinin özünü tahrif noktasında olanları dışarıda tutmaktadır. Bu kavram, modern pek çok tabir gibi, herkesin kendine göre bir anlam yükleyebildiği esnekliktedir. Bu sebeple, kavram kargaşasından kurtulmanın en sağlıklı yolu ya bunu hiç kullanmamak ya da kastedilen detaylı bir şekilde tarif edildikten sonra kullanmaktır. Kullanmaktan vazgeçildi diyelim. Bu durumda onun yerini tutabilecek başka kavramlar üzerinden tartışma çıkması kaçınılmazdır. Eskiler bunu önlemek için “La meşahata fi’l-istilah: Kavramda tartışma olmaz.” kuralını koymuşlardır. Yani, bir kavramı kim nasıl tarif ediyor, nasıl bir anlam yüklüyorsa o şekilde kabul etmek gerekir.
[1] Bu konuda son yıllarda yapılan en kapsamlı çalışmalardan birisi de özellikle 1839 – 1939 arasını ele alan Bedri Gencer’e ait İslâm’da Modernleşme adlı kitaptır. Kemal Karpat bu konuda okunması gereken diğer bir düşünürümüz. Şerif Mardin, Hilmi Ziya Ülken ve Niyazi Berkes gibi birçok uzman bu konularda zengin bir literatürün oluşmasına katkı sağladılar. Bedri Gencer’in avantajı tüm bu çalışmaları harmanlıyor olmasındadır. Şimdiye kadar oluşmuş bu geniş literatür envanterine sahip olan bu çalışma, konuya ilgi duyanların mutlaka başvurması gereken bir kaynak. Bk. Bedri Gencer, İslâm’da Modernleşme (1839-1939), Doğubatı yayınları, İstanbul 2017.
[2] İslam’da Modernleşme başlığı altında dönemin en önemli meselelerini kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutan Gencer, İslam Dünyası’ndaki entelektüel gelişmenin belli bir tarihten sonra (1400) durarak artık geri döndürülemez bir şekilde çöküşe geçildiği iddiasının Batılı oryantalist bir perspektifle ortaya koyulduğunu söyler. Daha geniş bilgi için bk. Gencer, İslâm’da Modernleşme (1839-1939), s. 84.
[3] Said Halim Paşa, “Buhrân-ı Fikrîmiz” Said halim Paşa Külliyâtı içinde, haz. Vahdettin Işık, Ketebe Yayınları, İstanbul 2019, s. 147.
[4] Said Halim Paşa’nın bir cümleyle ifade etmeye çalıştığımız çözüm önerisi hakkında daha mufassal bilgi için bk. Said Halim Paşa, “Buhrân-ı Fikrîmiz” Said Halim Paşa Külliyâtı içinde, s. 119-149.
[5] Konunun en tanınmış uzmanlarından Berkes, geriliğin nedenleri konusunu ele alırken baş sorunun ne olduğu sorusuyla tartışmaya başlar. Bu konuda Said Halim Paşa başta olmak üzere Abdullah Cevdet gibi Batıcıların meseleye nasıl yaklaştıkları hakkında bk. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yayına haz. Ahmet Kuyaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2017, s. 412-415.
[6] Bk. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul 2021, s. 44.
[7] Tanzimatla başlayan gelişmeler hakkında bk. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 169.
[8] Bk. Ahmed Hamdi Tanpınar, Huzur, İstanbul Dergah Yayınları, İstanbul 2011, s. 270.
[9] Bk. Kalın, Barbar Modern Medenî, s. 173.
[10] Bk. Kalın, Barbar Modern Medenî, s. 174.
[11] İslamcıları tarif etmek gerçekten zordur. Kabaca Batı’ya karşı mücadele edebilmek için dinde belli ıslahat ve reformları öngören Müslüman düşünürler diye ifade edebileceğimiz bu hareket, Said Halim Paşa’ya göre “İslamlaşmak demek İslamiyet’in inanç, ahlak, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesi demektir.” Bk. Buhranlarımız ve Son Eserleri, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İstanbul 2019, s. 184; İlhan Kutluer Hoca ise bu konuda daha kapsamlı bir açıklamayla İslamcılık akımını “İslamcılık hareketi, modern Avrupa medeniyetinin İslam dünyası aleyhinde oluşturduğu tehditlere etkili bir karşı koymanın ancak modernleşmenin gereklerine uygun bir zihniyet dünyası inşa etmekle ve dinin kılavuzluğunda gerçekleşecek bir modernleşmeyle mümkün olacağı fikrine dayanır.” sözleriyle açıklar. Bk. İlhan Kutluer, “İslamcılık”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2001, c. 23, s. 65-67.
[12] Bu dergiler hakkında yeterli bilgi için bk. Adem Efe, “Sebilürreşâd“, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2009, c. 36, s 251-253.
[13] Bk. Efe, “Sebilürreşâd“, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 36, s 251-253.
[14] Bk. Efe, “Sebilürreşâd”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 36, s 251-253.
[15] Osmanlı uleması ve entelektüellerinin el birliğiyle çıkardığı bu şaheser Bağcılar Belediyesi’nin desteğiyle bu işlerin duayeni M. Ertuğrul Düzdağ tarafından büyük ölçüde latinize edilerek yayınlanmıştır. Bu eser o dönem hakkında çalışma yapanlar açısından bulunmaz bir hazinedir.
[16] Mezkur eserlerin dışında özellikle Osmanlı eğitim sistemini ve modernleşmesini ele alan çalışmalar bu bağlamda önemli bilgiler sunmaktadır. Bu araştırmalara örnek olarak bk. Mustafa Gündüz’ün hazırladığı Osmanlı Eğitim Mirası – klasik ve modern dönem üzerinde makaleler, Doğubatı Yayınları, Ankara 2013; Hamit Er, Osmanlı Devletinde Çağdaşlaşma ve Eğitim, Rağbet Yayınları, İstanbul 1999;Ejder Okumuş, Ahmet Cihan, Mustafa Avcı, Osmanlı Devleti’nde Eğitim Hukuk ve Modernleşme, Ark Kitapları, İstanbul 2006.
[17] Bk. Cüneyt Köksal, İlim Semasında Bir Yıldız Mustafa Âsım Köksal, s. 44.
[18] Cüneyt Köksal, İlim Semasında Bir Yıldız Mustafa Âsım Köksal, s. 46.
[19] Türkiye’nin modernleşme dönemine ışık tutan ve özellikle de İslamcıları mercek altına alan pek çok değerli çalışma bu konulara açıklık getirmektedir. Şerafettin Yaltkaya üzerine yapılmış pek çok çalışma yanında son yıllarda yayınlanan şu iki araştırma diğerlerine nispetle daha kapsamlı bir resim sunmaktadır. Biz de bunlara işaret etmekle yetinmek istiyoruz: Yaltkaya’nın felsefi kişiliğini ön plana çıkaran özgün bir çalışma için bk. Birgül Bozkurt, Mehmet Şerafettin Yaltkaya Hayatı, Eserleri ve Düşünce Dünyası, Divan Kitap, İstanbul 2017; diğer araştırma ise bir doktora çalışması titizliğiyle yapılmış ve belki de bu alandaki en geniş arşiv materyaline sahiplik eden Şerafettin Yaltkaya’nın Etnosentrik Din anlayışı bağlamında Fahri Özteke tarafından kaleme alınmış çalışmadır. Fahri Özteke, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Etnosentrik Bir Din Adamı Mehmet Şerafettin Yaltkaya, Çizgi Kitabevi Yayınları, İstanbul 2020.
[20] Özteke, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Etnosentrik Bir Din Adamı, s. 20.