Artık ne Batı eski Batı, ne de dünya eski dünyadır. Gazze’den önce ve sonra artık sadece bir iddia değil, insan vicdanını yeniden harekete geçiren yüzyılımızın en büyük hadisesidir. Gazze’de akan masum kanlar ve gözyaşları, yeniden dirilişin adı oldu. Her şeyden önce Batı dediğimiz kapitalist hegemonya, elindeki tüm imkanlara rağmen insan vicdanına pranga vuramadığını ve vuramayacağını tekrar görmüş oldu.
Mülayim Sadık Kul

Gazze ve Filistin meselesinin sadece Müslüman Filistin halkıyla İsrail Devleti arasında cereyan eden mahalli bir mesele olmadığı, gelişen hadiseler neticesinde daha iyi anlaşıldı. Filistin topraklarında gerçekleşmeyen bir barışın faturasının sadece orada zulme maruz kalanlar tarafından ödenmediği de ortaya çıkmış oldu. Aslında, son yüzyılda tüm dünyanın gözü önünde Filistin topraklarında yaşananlar, aynı zamanda dünya tarihinde bu çağın kimliğini ve kimyasını ortaya koyan bir aynadır.
Gazze hadisesi Batı’da neyi değiştirdi? Bu meseleleri ele almak için beraberinde birçok soruyu da sormak bize yardımcı olabilir: Batı gerçekten bir vicdana sahip mi? Batı’yı bir bütün olarak görmek doğru mudur? İrlanda veya İspanya Batısı, Almanya ve İngiltere Batısı’ndan farklı mıdır? Bu farklılığın temel dinamikleri nelerdir? Batı’yı yönetenlerle halk birbirinden ayrı mıdır? Batı’nın insan hakları çerçevesinde bayraklaştırdığı değerler sadece bir illüzyondan mı ibarettir? Batı halkları, İslam coğrafyalarındaki halklara nispetle daha mı duyarlı?
Bütün bu sorulara bir dergi yazısında cevap bulmak elbette mümkün değildir. Ama en azından Batı ve temsil ettiği misyon ve değerler açısından bize bir ipucu verecek gelişmelere işaret edebiliriz. Dolayısıyla bu yazının amacı, her biri ciddi tefekkür ve araştırma gerektiren külli sorulara cevap bulmaktan ziyade, Batı’nın Gazze’de yaşanan dram ve katliamla birlikte vicdan planında yeniden dirilişine şahitlik etmektir.
Artık ne Batı eski Batı, ne de dünya eski dünyadır. Gazze’den önce ve sonra artık sadece bir iddia değil, insan vicdanını yeniden harekete geçiren yüzyılımızın en büyük hadisesidir. Gazze’de akan masum kanlar ve gözyaşları, yeniden dirilişin adı oldu. Her şeyden önce Batı dediğimiz kapitalist hegemonya, elindeki tüm imkanlara rağmen insan vicdanına pranga vuramadığını ve vuramayacağını tekrar görmüş oldu. Bunun en büyük şahitleri ise Batı vicdanını temsil eden gençlik ve sivil toplum örgütleridir.
Gazze sonrasında Batı’da neyin değiştiğini kısaca maddelemek gerekirse, şöyle özetleyebiliriz:
- Filistin meselesi, tüm Avrupa’nın gündemine oturdu. Gazze hadisesinden önce Filistin ve Gazze neredeyse sadece marjinal azınlık bir kesimin gündemindeydi. Müslümanlar ve bu konuda duyarlı bazı vicdan sahipleri haricinde, hiç kimse böyle bir konunun farkında bile değildiler. Ya da resmi söylem ve medya, bu konuda istediği algıyı oluşturup halkın bakış açısını manipüle edebiliyordu. Artık Gazze ve Filistin’de yapılan zulüm, ilkokulundan üniversitesine kadar her kesimden insanın gündemini meşgul ediyor. Buna rağmen, ruhsuz ve vicdanları satılık insanlar her zaman olduğu gibi yine üç maymunu oynamaya devam ediyor.
- Medyaya ve resmi söyleme rağmen, halk vicdanı Filistin’e sahip çıktı. Hakikatlerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyunun olduğundan bahsedilir ya da “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” denilir. Filistin anlatısı, artık değiştirilemeyecek şekilde yeniden destanlaşarak yazılmış oldu. Zulmedenle edilenin kim olduğu, Avrupa ma’şeri vicdanında daha net bir resme dönüştü. Batı denilen heyula, her şeyi manipüle etmekten aciz olduğunu bir kez daha gördü.
- Sivil halk, dünyada olup bitenler hakkında daha sağlıklı bir bilinçlenme yaşadı. Almanya başta olmak üzere Avrupa coğrafyasında yaşayan insanlar, genellikle medya ve resmi söylemin takipçisi ve destekçisi konumundadır. Gazze, bu yanlış anlayışa son vererek medyadaki küresel ve resmi anlatının dışında bir hakikatin de var olduğunun fark edilmesini sağladı. Daha doğrusu, eğitim ve medya üzerinden iğdiş edilerek uyutulan beyinler, Gazze şokuyla yeniden düşünebilme yetisini kazanarak derin gafletten uyandılar.
- Avrupa’da yaşayan diaspora Müslümanları, bu uyanış ve bilinçlenmede kilit rol oynadı. Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanların, korkarak dile getirmeye çalıştıkları Filistin hakikati; yerli halkın da desteğiyle gönüllerde makes buldu. Her dönem bir şekilde baskı altında tutulmaya çalışan Müslüman azınlıklar, artık Gazze katliamıyla birlikte şartları olabildiğince zorlayarak kıyama kalkmak ve seslerini yükseltmek zorunda kaldılar. Camilerde ve hutbelerde, sınırlı da olsa Müslümanlar kendi mazlum kardeşlerine dua etmeye devam ettiler.
- Den Haag İnsan Hakları Mahkemesi’nin Gazze konusundaki net tutumu ve İsrail Başbakanı’nı mahkûm etmesi, kamuoyunda ister istemez insan hakları bağlamında Gazze’de yapılan zulmü daha açık ifade etme imkânı verdi. Avrupa, kendi kurduğu mahkemenin aldığı karara nasıl bir tavır alacaktı? Uymaması kendi açısından ne anlama gelirdi? Bunlar da kamuoyunda geniş bir tartışma imkânı oluşturdu. Birçok Avrupa ülkesi bu karara mecburen uymak zorunda olduklarını ifade ederken, Almanya ve Macaristan gibi bazı ülkeler çelişkili ifadelerle konuyu çarpıtmaya çalıştılar. Ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu kararı, ciddi anlamda bir paradigma değişikliğinin ilk işaretiydi. Kanayan dünya vicdanı, artık bu zulme hukuki bir kılıf bulamamanın altında eziliyor gibiydi.
- Birleşmiş Milletler’in bu konuda savaşı durdur(a)maması ve mazlum bir halkın, hukuksuz ve ölçüsüz güç kullanılarak katliama uğramasına engel ol(a)maması; Avrupa ve dünya basınında en çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Eğer böyle bir durumda Birleşmiş Milletler, üzerine düşeni yapamayacak kadar aciz bir kurumsa; varlığı ne ifade etmektedir sorusu, haklı olarak pek çok ülke lideri tarafından gündeme getirildi. Buna rağmen, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği görevini deruhte eden Guterres’in, Filistin’de yapılan zulmü açık bir dille ifade ederek İsrail’in haksız ve Filistin halkının mazlum olduğu yönlü açıklamaları, dünya basınında geniş yer aldı. Avrupa’daki Filistin meselesine bakışın değişiminde, Guterres ve İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı’nın ciddi rol oynadığı izahtan varestedir. Bu mahkemenin ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin açık tutumuna rağmen, fiili olarak zulmün artarak devam etmesi; Avrupa vicdanının uyanmasına katkı sağladı. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünya sisteminin artık görevini ifa edemediği anlayışını güçlendirdi.
- Pek çok Avrupa üniversitesi, yasaklara rağmen ciddi Filistin taraftarı gösteri ve protestolara sahne oldu. Almanya başta olmak üzere, İsrail lobisinin ne kadar güçlü olduğu malumdur. Yıllardır Müslümanlara, kendilerinin işlemediği terör suçunun bedelini ve ezikliğini yaşatanlar, bu hadiseyle birlikte deşifre oldular. Bütün insanlığın gözü önünde gerçekleşen bu insanlık dışı katliamı görmezden gelmeleri, halkların uyanmasına vesile oldu.
- Avrupa vasatında, yeni ve ortak bir vicdan uyanışına ve birlikte hareket etme becerisine vesile oldu. Allah’ın insan fıtratına koyduğu (ilham ettiği) ve haber verdiği küllenmiş iyilik, Gazze kıyamı ve kıyametiyle yeniden canlandı. Filistin’i destekleme adına yapılan eylem ve protestolarda her renkten insanın birlikte, omuz omuza yerleşik hegemonyaya kafa tutması, belki de insanlık tarihinde yaşanan en ilginç, biricik ortak vicdan tecrübesidir. Zira insan vicdanının bu kadar örselendiği ya da kanatıldığı, Nazi zulmünü aratmayan başka bir örnek yok gibidir.
- Gücü elinde bulunduranların, kanayan insanlık vicdanına rağmen nasıl zalimane hareket edebildikleri ortaya çıkmış oldu. Dünya vicdanının uyanarak Gazze ve Filistin’deki zulme dur demesi maalesef akan kanların ve ölen canların durmasına yetmedi. Gücü ve silahı elinde bulunduranlar nezdinde maşeri vicdanın ve halkın sesinin çok da anlamlı olmadığı bir kere daha ortaya çıkmış oldu. Kuran’ın ifadesiyle gücü elinde bulunduran zalimlerin ancak ona eş değerde caydırıcı bir güçle durdurulabileceği yeniden tecrübe edilmiş oldu.
- Siyonizmin gerçek yüzü ve hedefleri daha açıktan tartışılır oldu. Siyonistlerin ve destekçilerinin asla barış istemedikleri ve insanlık adına kan ve zulümden başka sunabilecekleri değerlerinin olmadığı tekrar gün yüzüne çıkmış oldu. Deşifre olan siyonist zulüm yandaşları, kanatılan vicdanın faturasını dünya çapında boykotlarla her alanda hissetmeye başladılar. Hayber’in fethinde olduğu gibi, dünyalıklarından daha kıymetli bir değerlerinin olmadığı ortaya çıktı. Bu zalimlerin anlayacağı dil, onların maddi ve dünyalık menfaatlerine çomak sokmaktan geçiyor. Dünya çapında yapılan boykotlar meyvelerini vermeye çoktan başladı.
- Medya ve resmi gücü temsil edenlerin tüm baskılarına rağmen, pek çok sanatçı ve şöhret sahibi insan, ortak vicdanın sesi oldu. Hiç ummadığımız dünya çapında meşhur sanatçılar, sporcular, yazarlar ve akademisyenler sessiz kalarak bu zulme ortak olmak istemediler. Meşhur birçok Avrupa kulübü ve taraftarı, statları ve caddeleri Filistin bayraklarıyla donattı. Meşhur rapçiler ve şarkıcılar, on binlere “Hür Gazze”, “Filistin’e Hürriyet” sloganları attırdılar. Siyonist lobinin en güçlü olduğu ve dünya sinema endüstrisinin kalbi olan Hollywood’daki sanatçılar, bir bir Filistin lehine ve İsrail aleyhine demeçler vermeye başladılar.
- Sessiz kalabalıklar, kendi seslerinin farkına vardılar. Şimdiye kadar, 68 gençliğinden sonra pop, top ve en son sosyal medya aracılığıyla uyuşturulmuş olan halk yığınları, konforlu uykularından uyandılar. Üzerlerindeki tüm baskılara rağmen, vicdanlarının sesine kulak vererek statükonun ve resmi gücün değil, maşeri vicdanın yanında yer aldılar. Her hafta üniversite kampüslerinde ve caddelerde yüz binlerin katıldığı gösteri ve protestolar, hem halk nezdinde hem de ülkelerin izledikleri resmi politikalarda ciddi değişikliklere vesile oldu. Almanya vasatında bile İsrail’in zulmünü asla desteklemedikleri daha güçlü bir şekilde dile getirilir oldu. Oysa Gazze hadisesi başladığında, belki de Almanya tarihinde hiç görülmemiş bir baskıyla tüm akademisyenlerden Hamas’ı lanetleyip İsrail’in yanında olduklarını beyan etmeleri talep edildi. Yani herkesin tarafını nasıl belirleyeceği, devlet politikası olarak dikte edilmeye çalışıldı. Oysa Avrupa’da üniversiteler, fikir özgürlüğü ve siyasetten bağımsızlıklarıyla övünürken bu gayri demokratik baskıya akademide ciddi hiçbir itirazın olmadığı söylenebilir. Hatta tarihe mal olmuş, dünya çapında felsefeci ve fikir adamları açıktan İsrail’in yanında olduklarını beyan ettiler. Buna rağmen, bugün itibariyle artık siyaseti temsil edenler bile başta takındıkları bu kesin İsrail yanlısı tavır ve duruştan vazgeçmek zorunda kaldılar. Bunda halkın ve öğrenci hareketlerinin başat rol oynadığı çok nettir.
- Bütün bu güzel gelişmelere rağmen, maddi ve siyasi gücün desteklemediği hakların zayi olduğu da fark edildi. Halkın sokaktaki sesi, organize siyasi bir güce veya güçlü sivil birlikteliklere evrilmediği sürece çok şey ifade etmiyor. İspanya, İrlanda ve İtalya gibi ülkelerdeki siyasi devlet desteğinin dünya siyasetinde daha fazla ses getirdiği ortadadır. Dolayısıyla organize olmamış güç, bugünkü kapitalist dünya da çok şey ifade etmiyor. Ne zaman ki onların menfaatlerine dokunacak ciddi bir tehlikeye dönüşür, işte o zaman onlar için tehlike çanları çalmaya başlar.
- Özellikle Almanya örneğinde olduğu gibi, sağcı, solcu ve milliyetçi akımların Filistin meselesinde İsrail yanlısı ortak tavır ve duruş sergilemeleri, beraberinde birçok soruyu gündeme taşıdı. Daha önceki yıllarda tartışılabilen bazı konuların Avrupa’da oluşturulan yeni baskı ortamıyla tabu haline geldiği bilinmektedir. İslamofobi diye özetleyebileceğimiz bu resmi ve medyatik baskı, Avrupa’da azınlıkta olan Müslümanların konuşma ve fikir beyan etme hürriyetini büyük ölçüde kısıtlamaktadır. Avrupa’nın tartışma kabul etmeyen tabularının başında İsrail ve Yahudi aleyhtarlığı gelmektedir. Bunun sınırları da o kadar genişletilmiştir ki, okuduğunuz bir ayet veya siyasi bir yorum hemen sizi Yahudi düşmanı ya da resmi ifadesiyle antisemitist kategorisine mahkûm edebilir.
- AfD (Alternative für Deutchland/ Almanya için Alternatif) gibi aşırı milliyetçi bir partinin, Filistin söz konusu olduğunda diğer geleneksel partilerle aynı çizgide olması, “Nasıl bir milliyetçilik anlayışı?” sorusunu beraberinde getirdi. Bu tavır ve davranış, bir taraftan “Küfür tek millettir.”hakikatini hatırlatırken; diğer taraftan, Avrupa vicdanını temsil eden güçlü ses, aslında küfrün her yönüyle tek millet olmadığını ortaya koydu.
Avrupa vicdanı artık bir kere uyanmıştı. Devlet başkanları ve hükümetler, teker teker Gazze ve Filistin’de artan zulme karşı seslerini daha güçlü bir şekilde yükseltmeye başladılar. Gazze konulu Birleşmiş Milletler kurulunda yapılan son konuşmalar ve gelişmeler, artık bıçağın kemiğe dayandığının işaretlerini veriyordu. İspanya ve Türkiye başta olmak üzere birçok devlet başkanı, açıktan bu zulme karşı ortak tavır alma ve harekete geçmekten bahsediyordu. Zulümle âbâd olunmaz; bu, kadim hikmetin seslendirdiği ortak bir hakikattir.
İnsanlık, Gazze imtihanında büyük ölçüde sınıfta kaldı. Binlerce masum insanın ölmesi veya öldürülmesinin hiçbir geçerli mazereti olamaz. İslam coğrafyasının ümmet olarak bu sınavdaki zillet içindeki, perişan ve parçalanmış hali, zalimlerin asıl aymazlık sebebidir. Kınamanın ötesinde hiçbir ciddi varlığı olmayan İSO Teşkilatı, maalesef tüm dünya gibi sadece seyretmek ve kınamakla yetinmiştir.
Gazze, yüzyıllardır kirlenmiş Batı vicdanını yeniden diriltirken, İslam ümmetinin dirilmesi için daha ne olması gerekmektedir? İslam güneşinin Batı’dan doğacağını haber veren Said Nursi Hazretleri acaba haklı mı?
Ey Ümmet!
Ölümü öldüren ve ümmetin kaybettiği izzet ve şerefi, dünyanın en güçlü ordusu karşısında tüm ümmet adına koruyup yücelten bu milletle birlikte kıyam vakti değil mi?
Gönül dünyasındaki tüm put ve tağutları yıkarak kardeşlik hukukunu yerine getirenlere selâm olsun!
