İnsanın ruhu gibi evlerin de bir ruhu vardır. Mahremiyet evin içi ile dışı arasındaki mesafenin adıdır. Bununla beraber evi, mutluluğun olduğu kadar mahremiyetin kaynağı olarak gören şairlerimize de kulak vermek gerekir.
Hüseyin AKIN
Şair-Yazar

Modern hayat, gizli ve korunaklı olan şeylere karşı bayrak açar. Teşhir etmek, vitrine sunmak gibi göze hitap eden unsurları mümkün mertebe çağdaş hayatın alamet-i farikası sayar. Annelerimizin ve ninelerimizin gelinlik sandıklarından şimdinin gösteri unsuru vitrinlerine doğru evrilen süreç birdenbire oluşan bir süreç değil elbette. Önce kültür ve medeniyetimize özgü kavramlar değiştirildi, sonra da bu kavramlara yönelik hassasiyetler.
Mahremiyetin omurgasını teşkil eden “haram” kavramı dünyamızdan çekilince “harem” kelimesi de müzelik oryantal bir anlama sürgün edilmiştir. Mahrem ve namahrem kelimeleri bile bu kargaşadan nasibini almıştır. Bu milletin mahrem ile namahremi birbirine karıştırma serüveni öz değerlerine dair tefrik melekesini kaybetmesiyle beraber başlamıştır.
Her insanın yekdiğeri ile mahremi ve namahremi olması durumuna bağlı olmak üzere özel hayatına dayalı sınırlarını koruma sorumluluğu vardır. Aslında bu fıtrata dayalı bir iç sorumluluktur. Aile ve ev, insanın içsel sorumluluklarını koruyan ve geliştiren en kadim ve en müessir ortamdır. Ev, insana mahremiyete matuf fıtratını koruması noktasında elbisesi kadar yakındır.
İnsanın ruhu gibi evlerin de bir ruhu vardır. Mahremiyet evin içi ile dışı arasındaki mesafenin adıdır. Bununla beraber evi, mutluluğun olduğu kadar mahremiyetin kaynağı olarak gören şairlerimize de kulak vermek gerekir. Behçet Necatigil ve Ziya Osman Saba; Türk şiirinde evi, mutluluk ve huzurla birlikte işleyen müstesna şairlerdendir. Bu anlamda Behçet Necatigil, Ziya Osman Saba’ya çok şeyler borçlu olduğunu söylemekten çekinmez: “Ziya Osman bana, evin korkunç güzelliğini, vazgeçilmezliğini, kişinin ancak evinde oluşabileceğini, ne yapsa etse davranışlarını bu dar daireden dışarı çıkaramayacağını öğretti”. (Necatigil’de Biçim Arayışları, s.31)
Cemal Süreya “Sevgilinin Halleri” başlıklı yazısında Ziya Osman Saba’nın eve dair şiirlerinde geçen kadının “meşru bir sevgili arayışı”nın tezahürü olduğunu, aile ve mahremiyet imgesiyle de yakından ilişkisi olduğunu söyler. Bunu, Ziya Osman şiirinde yoğun olarak görebiliriz. Onun şiiri, dini sembollerle örülü bir evin şiiridir. Şu dizeler, şairin sevgilisine seslenişindeki nezahete ve nezakete örnek olsa gerek:
Yeşil abajurlu lambamız,
Küçük sobamız,
Anlatsanız,
Ne oldu o geceler, eski akşamlarımız?
Beyaz elbiseler giydiğin zamanlar…
Bu ev, şairin “Beyaz Ev”idir ve sevgili, eski eşyaların gölgesinde saklanmış olan bembeyaz bir imgedir. Nikah bağı ile bağlı bir eştir, her şiirinde anlattığı. Evi böyle sıcak, huzurlu ve coşkulu kılan yine ona ruh katan kadından yani evin hanımından başkası değildir.
Bir de şu dizelere bakalım:
“—Evim! Evim!.. Ellerimle asacağım /Camlarına perdelerini.” (Perde ve mahremiyet ilişkisi göz ardı edilmeyecek bir ayrıntı sayılmalı burada.) “Yatak odasında düşüneceğiz bir an/İki kişilik karyolanın yerini… /Yatak odamız, yemek odası, kiler, /Raflarında ellerinle yapılmış reçeller. /Karşı karşıya oturacağımız bir sofra, /Sürahide ışıldayan su, /Yazın, rüzgâra koyacağımız testi; /Senin yatacağın öğle uykusu.”
Evliliği ve evlilik hazırlığının mutluluğunu sürahideki suyun ışıltısıyla ve eşinin uyuyacağı öğle uykusuyla anlatan bir şair, mahremiyeti söylemek istediği şeyin şiiriyetinden çalmadan koruyabiliyorsa elbette bu şair has bir şairdir. Ziya Osman şiiri sadece geçmiş zamanın kaybolan hatıralarını değil aynı zamanda bu hatıralarla beraber zımni olarak zayıflayıp yok olan mahremiyeti de hatırlatmaktadır. Zira onun şiirinde estetik bütünlük kadar önem taşıyan bir başka şey, aile bütünlüğüdür. Aile; namus, helal rızık, kanaat, şükür…gibi unsurlardan oluşur.
Cinsellik gizli olan, söylenmeyen, söylendiğinde de örtülü biçimde dile getirilen bir olgudur, Ziya Osman şiirinde. Kelimede perde, anlamda örtü şiirindeki estetikle mahremiyetin buluştukları noktalardır. Ev aynı zamanda cinsel hayatın sınırlı mekanıdır. Evden ötesi dışarıdır ve dışarıda mahremiyetin parçalanıp, yağmalanma tehlikesi vardır. Sevgi tasvirleri cinsel çağrışımlardan mümkün mertebe uzaktır. Cinselliğin inkârı değil mecazlarla perdelenişine tanık oluruz onun şiirinde. Aynı şeyi modern şiir anlamında Cahit Zarifoğlu şiirinde daha derine gömülü biçimde görüyoruz.
Ziya Osman Saba şiiri, ailece seyredebileceğimiz bir film, odasında kadın erkek herkese yer olan bir ev ve kolpalara bulaşmamış, kahvehane önünden geçmemiş bir şiirdir.
Beyaz şiirlerin şairi, düşleri dahil hayatının beyaz sahifelerine hiçbir zaman leke düşürmemiştir. Şayet şairin hayatında aşırılık sayılabilecek bir şey varsa şu dizelerden bunu çıkarmak için emin olun çok uğraşacaksınız:
“Evine misafir geleyim,
Kahvemi sen pişir.
Taze doldurulmuş sürahiden
Bir bardak su ver
Yetişir…”
(Yetişir, s.38)